Monday, February 21, 2011

bugünün soundtrack'inde #1

yazsam buraya hızlı hızlı.
içimde biriken küfürleri, lanetleri, duaları yazsam buraya tek tek.
kime nasıl kızdığımı, canımı nasıl yakmaya çalıştıklarını bir bir sıralasam şuraya.
bir şey olmaz.
o zaman?

müziği açarım sonuna kadar.
başlarım soldan sağa, sağdan sola salınmaya..
sonra zıplamaya.. ve haykırmaya!


All the people on the street, I hate you all
And the people that I meet, I hate you all
And the people that I know, I hate you all
And the people that I don't, I hate you all
Oh, I hate you all


Sunday, February 20, 2011

dizüstü edebiyat: postmodern parody ve pastiche

aslında yazmayacaktım. sonuçta benim tercihim o korkunç kitapların hepsine para vermek ve vaktimi boşa harcamak. yani merak zararlı bir şey. cebine zarar, beynine zarar, sinirlere zarar. her kitaptan sonra içindeki zırvalıkları boşverip "bari biri okusaydı da yazım hatalarını düzeltseydi" dedim.


Pucca, Sami Hazinses, Onur Gökşen ve en son Pink Freud.. Dizüstü edebiyat akımından bahsediyorum. bir hızla kendi yarattıkları dünyanın kahramanı olan bu insanların diyarında neler oluyor?

meğer "ben senden daha güzelim" bloggerları sonunda birbirlerini yemeye başlamışlar. bu işin "mucidi" cem mumcu da, bir tür kriz yönetimi olarak, "bakın aslında ne kadar da mutluyuz, gidenler gitsin kalan sağlar bizimdir" temalı partiyi düzenledi geçen hafta.

bütün bunları benim buraya tekrar tekrar yazmamın gereği yok. kitabı çıkacak bloggerlar arasında bir numarada beklenen her boku bilen adam kendi anlatıyor zaten bu işten neden vazgeçtiğini. partinin dedikodularını da bugünün hürriyet pazar ekinde kültürazzi'den okumak mümkün. twitter ve facebook sayfasında yayınevinden ayrıldığına dair pucca'nın yaptığı açıklama sosyal medyada yeterince paylaşıldı. neden ayrıldığı da farklı farklı sayfalarda yazıldı çizildi.

benim söylemek istediğim, psikolog cem mumcu'nun feci çuvalladığı. bu insanların klavye şövalyeliklerinin gerçek hayatta bir karşılığının olmamasının yaratacağı hüsranı öngöremedi. sonuçta hepsi sıradan birer insandı. sıradan yazılar yazıyorlardı. yazdıkları sıradan "ama" komik, eğlenceli, düşündürücü ya da hepimizin hayatının bir parçası oldukları için çok okunuyorlardı. bu insanlara "hadi şimdi de bir kitap" yazın dendiğinde, başka bir kalıba girmeye zorlandılar, olmadı. o kalıp tutmadı. yazılanlar sahiciliklerini yitirince okuyucular hoşlanmadı. okunma oranını arttırmak için yapılan imza günleri, sokak partileri derken.. pink freud'un çıkardığı rezalet!

jameson gelir akla o zaman.. pink freud'un yaptıklarının, yazdıklarının karşılığıdır bu: postmodern parody ve pastiche!



Saturday, February 19, 2011

yusuf üçlemesi: zamanın nasıl geçmediğini anladığımız filmler


geçenlerde Semih Kaplanoğlu filmleri haftası düzenledim kendime. timaş yayınlarından çıkan sette hem üç filmin dvd'si hem de Uygar Şirin'in yönetmenle yaptığı nehir söyleşisi kitabı var. filmleri izlerken, söyleşide yönetmenin dünyasının kapılarını aralama fırsatım oldu böylece.

beni nasıl etkilediğini basite kaçmadan anlatmam mümkün olur mu bilmiyorum.
belki o yüzden anlatmamayı tercih edeceğim bu sefer. (uygar şirin'in üçlemedeki filmlerin analizini okuduktan sonra hele..)

ama şunu fark ettim ki bu setin beni bu kadar etkilemesi sanırım beni sosyoloji okuduğum günlerde hissettirmesi. bir teori metnini anlamak için yanında başka okumalar yapmak zorunda kalırdım. o okumaları yaparken de farklı farklı teoriler ve teorisyenlerle tanışırdım. üç filmi peşpeşe seyrederken kitabı okumak tam da buydu aslında. uzaktan baktığım bir sinema türünün derinliklerini anlamaya başlamıştım bu set sayesinde. sadece kendi filmleri üzerine değil, sinema tarihi ve dünya görüşü üzerine anlattıklarıyla da birçok düşünce uyandırdı kafamda.

bence semih kaplanoğlu sinemasının kilidi şu soru-cevapta açılıyor:

"zamanın nasıl geçtğini anlamadım" sözüyle bir meseleniz var galiba.
"Sinemaya gittik, eğlendik, hoşça vakit geçirdik" deniyor. Ben dahil pek çok yönetmen, zamanın nasıl geçtiğinin anlaşılmadığı filmler yapmıyoruz. O yüzden bu söz garip geliyor bana. Ne diyebilirim? Benim filmimde zamanın nasıl geçmediğini anlayacaksınız.

bütün her şey bir yana, yusuf üçlemesi ve semih kaplanoğlu şu cümleyle var olacak benim için:
"istediğimiz şey olmazsa ne yapalım? evde oturur kitap okuruz biz de"

fragmanlar film kutusunda!